20 Ağustos 2017 Pazar

2

‪Dağınık saçlarına son bi dokunuş yaptıktan sonra çıktı evinin banyosundan. Yüzünden yayılan mentol kokusu tıraş olduğunu her haliyle belli ediyordu. Burnunu çekti, yavaş adımlarla eskimiş koltuğuna doğru yönelip bi çırpıda kendini oraya attı. Başını koltuğun yumuşak yastığına dayadı. Öylece durdu bi süre. Düşündü, dün gece yaşadıklarını düşündü. Saçları yasemin kokan o güzel kadını düşündü, ne fındık burunlu ne de dolgun dudaklıydı. Ama çok güzeldi, gördüğü en güzel kadınlardan biriydi. Uzun burnuyla, ince dudaklarıyla, çekik gözleriyle attığı yaramaz bakışlarıyla adeta bi sanat eseriydi onun gözünde. Gözlerinin önüne getirdi onu, yanında hayal ediverdi. İnce uzun parmaklarını hayal etti, vücudunu, güzel bacaklarını, incecik belini düşündü, parmaklarını yüzündeki çıkık elmacık kemiklerinde gezdirdiğini hayal etti. Düşlerinde bile otoritesiyle eziyordu sanki tüm kadınları. Sonra korktu, hemen sildi kadının suratını zihninden. Başını başka yöne çevirdi istemsizce, batmakta olan güneşin kızıllığı boz ve mat odasına renk getirmişti. Ellerini güneşe tuttu, içine işlemesine, hücreleriyle bütünleşmesine izin verdi. Yutkundu sonra, boğazındaki hafif çıkık adem elmasının varlığını hissetti ilk kez. Sanki ben burdayım der gibiydi. Hoşuna gitti hissettiği şey. Elleriyle avuç içini kavradı, tırnaklarını batırdı. Sonra kollarına da hafif sıyrıklar bıraktı. Bi süre kaldı öylece, yüzünde belli belirsiz bi gülümseme vardı. Olayın etkisiyle başını çevirdi, duvardaki saat gözüne ilişmişti: 19.36. Büyük buluşmaya dört kala, oflayarak kalktı yerinden. Artık karakteristik olan ağır adımlarını kullanmadı bu sefer, bi an önce bitsin der gibiydi. Kaçamak adımlarla girdi mutfağa, makarna kutusunun ardında ona gülümseyen ilaç şişesine uzandı. Ağzına su değdirmeden içecekti. İçeceği hapın garip dokusu dilinde yer tutmuşken, onun aklında dün geceki kadının ince beyaz boynunun kafasından ayrıldığı an vardı.‬

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder