31 Ağustos 2017 Perşembe

8

'Dediğim gibi, dikkat et kendine..' Kısa bi süre telefonun ekranındaki saniyeleri seyretti. Bir dakikayi bile doldurmamıştı konuşmaları. Sonra ondan önce kapattı telefonu. İçinde belli belirsiz bi boşluk hissediyordu. Yapacağı işleri anımsayarak arkasını döndü denize, böylesi daha kolaydı. Şiddetli yağacak yağmurun habercisiymiş gibi fazla dalgalıydı kendileri, belki de onun gidişine hazırlanan bi seramoniydi. Enstrümansız, şefsiz, tek seyircili bi seremoni. Four Seasons-Winter değildi parça belki ama, sesi işitenlerin içini titretiyordu. Daha da sıkı sarıldı paltosuna, arabasını kilitlediğine emin olduktan sonra ayrıldı yanından. Gözyaşları döken evine doğru yöneldi, sabahki gazeteler rüzgardan yere serilmişlerdi. Ön sayfada ona doğru bakan elektronik kulaklık haberini içine doğru buruşturdu. Kapının yanında solmaya yüz tutmuş eğrelti otu saksının altına gelişigüzel koydu gazetelerini. Rüzgar yüzünden sokaklarda dans eden kağıt parçaları görsünler istemiyordu. İçeri girince şöyle bi baktı mutfağına. Her şey hazır görünüyordu, tıpkı ilk geldiği gibi tertemizdi evi. Dilinin kuruduğunu hissetti, tezgahtaki su şişesine yöneldi. Buraya gelirken mola verdiği benzinlikten su almayı akıl edinmesi günün artısı olmuştu bi anda. Damlalar boğazından bir bir inerken aklında olur olmadık şeyler vardı. Bi anda olduğu yerde kalakaldı. Hay aksi! Aklına bodrumu kilitlemeyi unuttuğu gelivermişti. Neredeyse su ağzından fışkırıyordu, resmen kendi eliyle bi ordu dolusu fareye yuva hazırlayacaktı. Bardağı masaya bıraktıktan sonra alelacele aşağı merdivene yöneldi. Aylardır uğranmadığı nasıl da belliydi. Burnuna gelen toz kokusu boğazını gıdıklamıştı, kamufle etti tişörtüyle. Aşağılara indikçe merdiven basamakları daha da gıcırdıyordu, yükünü tırabzanlara vermeye çalıştı. En son buraya indiğinde elinde bir yığın gereksiz koli vardı, içindeyse neredeyse son on beş yılı...Dudaklarını kıvırdı, babası geldi gözlerinin önüne. Şu an baktığı masada sazıyla uğraşırdı. Akort ederken yukarıya kadar gelen tiz sesleri şimdi bile duyabiliyordu. Gözleri doldu, masaya yaklaştı yavaşça. Ellerini döşemelerinde gezdirdi, taze ahşap kokusunu çekti içine. Hissettiği şey tarifsizdi. Bi anlık gafletle başını eğince masayla duvar arasına dikilmiş vaziyette bi fotoğraf çerçevesi ilişti gözüne. Belli belirsiz tebessüm etti. Güzel karısının sarı saçlarının beyazladığını, buklelerinin seyrekleştiğini göremeyecekti, güldüğünde kısılan göz kenarlarındaki kırışıklıkları eğilip öpemeyecekti. Hep böyle olacaktı zihninde, hep 26'sında anımsayacaktı onu. Camı kırık tahta penceresinden içeri sızan güneş ışığına baktı gözlerini kısarak. Bu bir terk edişti, bi vedaydı. Her şeyi, herkesi arkasında bırakarak mutlu olacağı günleri bulmaya gidiyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder